Wednesday, April 9, 2008

aslan ile eşeğin itirafları

Suriyeli ünlü düşünür Halis Çelebi’den güldüren ve bir o kadar da düşündüren bir yazı. Çelebi, örnekler ve hikâyelerle dünyada yaşananları gözler önüne seriyor.

Arap dünyasının tanınmış yazarlarından Halis Çelebi dünkü yazısında dünyanın içinde bulunduğu durumu biraz güldüren ve bir o kadar da düşündüren bir üslupla kaleme aldı. Çelebi'nin “Aslanla eşeğin itirafları” adlı makalesi...

Bugün içinde yaşadığımız dünya bir orman gibidir. Ormana hükmeden bir kral olduğuna göre bugün ormanın kralı aslandır. Orman kanununa göre “güçlü zayıfı yer”. BM ormanında da durum aynıdır. Ormanda güçlü hayvanların anlaştığı yol neyse “korku” pardon “güvenlik” konseyinde de durum odur. Rusya Çeçenistan’ı yutarken, Irak Kuveyt’i yemeye çalışırken, Amerika gözünü Irak’a dikmişti. Derin sularda büyük balıkların küçük balıkları midesine indirdiği gibi.

Safarilerde cirit atan vahşi hayvanlar gibi uluslararası ormanda da durum aynı. Amerikan aslanı, Hint fili, Rus ayısı, Çin kaplanı, Japon kurdu, Avrupa akbabası, Siyonizm tilkisi, Arap devesi ve Afrika maymunu…

The Farm (Hayvanlar Çiftliği) adlı kitabında George Orwell şöyle der; “çiftliği yönetecek olan domuzlardır, tavukların yumurtalarını çalacaklar, değirmen inşaatı için atları kullanacaklar ve ısırmak için eğitilmiş saldırgan köpekler sayesinde herkesi yönetecekler. Büyük domuzun neslinden çiftliği dolduracak kadar yeni nesiller türeyecektir.”

Robert Green “Güç Satrancı”adlı kitabının 96. sahifesinde şunları kaydeder; “güç dünyası orman mekanizmasıyla çalışır. Bu dünyada avcılık ve öldürmeyle geçinenler vardır. Ayrıca sırtlan ve akbaba gibi başkalarının avıyla geçinen çok sayıda mahlûkat da bulunmaktadır.”

Aslan yavrusu öldüğü zaman tüm orman ağlarmış, taziye için birçok delege aslanın kapısına gelirmiş, ama bir sıçan öldüğünde kimsenin ruhu duymaz.

11 Eylül saldırılarında Arap Acem herkes hatta tüm dünya ağladı, ama bir Arap zindanında bir gecede bin aydın öldürüldüğünde kimsenin ruhu bile duymadı. Amiriye sığınağında roket saldırısıyla bin kişi öldürüldüğünde de sadece Iraklılar ağlamıştı.

Amerika’dan çıkan tüm terimler tüm dünyaya egemen oluyor, küreselleşme (globalization), fundamentalizm ve şeffaflık (transparency) kelimelerini yaygınlaştıran Amerikalılar değil mi? Elbiseyi biçip diken onlar, giyen biz değil miyiz? Sağırdırlar, dilsizdiler, kördürler ve akletmezler…

İbni Haldun “Mukaddime” adlı kitabında “Mağluplar galipleri her alanda taklit ederler. Adetlerinde, geleneklerinde, şiarında, giyiminde ve ona ait olan herşeyde taklit eder” der.

ABD, Kızılderililerin kanlarıyla beslendiğinden bu yana dünyaya karşı terör uyguluyor ancak herkes “terör” sözcüğünü Amerikan logaritmasına göre kullanıyor. Korsanlar denizcileri rahatsız eder fakat Büyük İskender tüm dünyayı talan etti ama “imparator” ilan edildi.

Spartacus’u çarmıha geren Roma’ya göre o bir teröristti. Tarihi güçlüler yazar. Belki bugün Hitler savaş suçlusudur, ama eğer nükleer silaha sahip olup savaşı kazansaydı Auschwitz’te işlediği insanlık suçlarını gizlerdi ve biz bugün farklı bir tarih okuyor olurduk. Harry S. Truman iki Japon kentini haritadan silen (ki bu kentlerin biri bile bu iş için fazlaydı) karara imza atarken ulusal bir kahraman olarak ilan ediliyordu. Hâlbuki iki saat içerisinde 250.000 insanın ölümüne neden olmuştu.

11 Eylül saldırılarında cereyan eden en ilginç husus şudur: Konuyla ilgili herşey tartışıldığı halde hiç kimse neden 2001’de New York’ta ve 2004’te Osetya’da masumlar öldü sorusunu sormaya cesaret edemedi. Televizyon kanallarından tartışılan tek şey şu sorulardı: Faili kimdi? Olay nasıl olmuştu? Ancak kimseden “niçin” bu olay oldu? sorusu duyulmadı. “Niçin” sorusunu tartışmanın önemi “nedensel” olduğundandır, çünkü kökleri olduğu müddetçe aynı olaylar tekrar yaşanabilir. Sıtmaya yakalanmış bir hastanın ateşi yükseldiğinde bir Aspirin hapının ona faydası dokunabilir ama kinin ilacı alınmadan hasta tekrar ateşlenebilir.

Dünya artık aslanın evinin tecavüze uğradığı ve orman kanunun ihlâl edildiği 11 Eylül öncesi dünya gibi değildir. Aslan artık eskisi gibi korkutmuyor. Amerika nasıl ki tüm insanlara korku salmıştır, kendisi de aynı hastalıktan muzdarip olmuş ve bildiğimiz Amerika’dan farklı bir Amerika olmuştur. Bugün dünya birbirlerinin yatak odasına kadar girebiliyor, dünya elektronik bir odaya dönüşmüş durumda. Adalet güvenlik dinazorlarının maliyetinden daha ucuz kalmaya devam edecektir.

Tarihi güçlüler yazar, 1854’te Kırım’da Balaklava Savaşı’nda Ruslara karşı ilkel silahlarlarla savaşanlar Türklerdi fakat yenilen İngiliz Süvarileriydi. Ancak 150 sene önce yaygın olan söyleme göre Türkler eşek, İngilizler gururlu aslandı. Ancak Türkler bir buçuk asır sonra itibarlerine yeniden kavuştular. Ancak güçlülerin hükmettiği ve cinnetin egemen olduğu bir ormanda kim dinler kim faydalanır…

Jean de La Fontaine (1621-1695) “En iyi masallar” adlı eserinde veba salgını ormanı vurduğunda aslanla eşeğin itiraflarına yer veriyor:

Çok eski zamanlarda, ormanda bir veba salgını başlamış. Tüm orman sakinleri vebadan kırılır olmuş. Kral aslan bu gidişe bir son vermek için bir toplantı yapmaya karar vermiş.

Aslan demiş ki: “Sevgili halkım, bildiğiniz gibi tüm orman halkı vebayla mücadele etmekteyiz. Sanırım bu hastalık bize tanrının bir cezası. Arkadaşlar aramızda bir günahkâr var ve eğer biz o günahkârı bulup kurban edersek, bu beladan kurtulabiliriz. Şimdi herkes günahlarını eksiksiz anlatsın.”

“İlk önce ben başlayayım. Geçenlerde ormanda dolaşırken, bir koyun sürüsüne rastladım. Dayanamadım, aç gözlülük ettim hepsini öldürüp afiyetle yedim. Sadece koyunlar olsa iyi. Gittim o yetmiyormuş gibi çobanı da yedim” demiş aslan.

Ardından; "Hâlbuki kuzuların ve çobanın bana hiç zararı olmadı. Şimdi gerekirse ölmeye hazırım. Ancak sanırım diğerleri de suçlarını itiraf etmek zorunda" der. Herkes bir ağızdan “evet… evet…” diye haykırır.

Bu sözlerden hemen sonra tilki direk ortaya atılmış; “Güldürmeyin bizi kralım, öyle günah mı olur Allah aşkına? Asıl suç koyunlarda, orada dolaşmasalarmış. Hem o aptal çobanın sizin bölgenizde işi ne? Ey ormanlar kralı, sen iyi bir kralsın, senin bu vesveselerin fazlasıyla duygusaldır, ömrüme yemin ederim ki kuzular pis sürülerdir, çobanlarla birlikte yenilmeyi hakediyorlar” şeklinde konuşunca, büyük bir gürültüyle yaşasın ormanlar kralı sloganları atılır. Kimse kaplan, ayı, akbaba, tilki ve sırtlanın günahlarını sormaya cesaret edemez. Hepsi kutsal ve dokunulmaz olduğunu düşünüyordu.

Tam o sırada eşek ortaya çıkarak “Ey millet! Ben bir itirafta bulunmak istiyorum. Bir kilisenin yanından geçerken otların yeşilliği hoşuma gitti. Midem de çok kazınıyordu. Dilimle bir tutam koparıp afiyetle yedim. Açıkçası nefsim bunu yapmamı emretti bana” deyince, bir kargaşadır kopuvermiş. Her taraftan “yuh” sesleri yükselir ve herkes günahkâr eşeği kınamaya başlar.

Kurt ve tilki ellerinde bir yazıyla ortaya çıkarak “Ey lanetli eşek! Sen bizi izleme, belanın kaynağını öğrendik” derler. Ormandaki diğer hayvanlar da gerçekten eşeğin sesinin çok çirkin, kokusunun çok fena, derisinin yara bere içerisinde, huyunun çok sert, anlayışının çok kıt olduğunu ve tek başına bir şey yapamayacağını söylenmeye başlarlar. Böylece eşeğin vurulup, etinin de yenmesine hükmedilir. O kim oluyor ki başkalarının otlarını haksız yere yer? Bu çirkin suçun kefareti ancak ölümdür. Öldürülmek üzere elleri ayakları bağlanan eşek faydasız bir şekilde var gücüyle bağırır. Zavallı eşeği oracıkta öldürürler. Sonra orman hayvanları aslan için bir dakikalık saygı duruşunda bulunurlar ve problem de bu şekilde çözülmüş olur.


Şimdi durup etrafınıza bir bakın. Bush ve dünyanın durumu bu trajikomik tiyatroya ne kadarda benziyor dimi…

Ceviri: timeturk

No comments:

stupid situations

Cesitli is yerlerinde cok nadir ortaya cikan gerginlikler veee sonuclari . . . :))